10 Eylül 2007

From: Bülent Karasözen
To: ODTU Ogretim Uyeleri
Time: Mon, 10 Sep 2007 19:21:37 +0300
Subject: [ODTU-OU: 20415] Re: Intihal - son durum


Bence, şu anda yoğun olarak tartışılan aşırma (plagiarism) konusu, belki bizlerin bununla ilişkili aşağıdaki bazı konular üzerinde düşünmemizi gerektiriyor. Her yıl dünyadaki bilim insanı ve yayın sayısı yaklaşık % 3 artıyor.Tabii bu oran Türkiye gibi bilimde yeni gelişmekte olan ülkelerde daha da yüksek. Ülkemizde son yirmi yıldır bilimsel yayınların sayısını artırmak için TUBITAK, YOK ve devlet tarafindan hem zorlama (atama ve yükseltme kriterleri) ve hem de teşvik (universitelerin ve TUBITAK’in parasal destekleri) sürmekte. Bunların yapılması gerekli idi, çünkü ülkemizdeki yayın sayıları gerçekten çok düşüktü ve nufusa oranlandığı zaman hala yüksek sayılmaz. Ancak, bilimsel araştırmaların değerlendirilmesinde giderek yayın ve atıf sayılarına gereğinden fazla onem verilmesi son olaylarla birlikte bu durumun birçok çarpıklığı beraberinde getirdiğini göstermekte.Üniversite Yönetimleri ve TUBITAK tarafından yayınların sınıflandırılmasıyla ilgili olarak ISI’nin Web of Science Index’i (WOS) kullanılmakta. Bu indekse gore yayınların değerlendirilmesinde ülkemizde maalesef birçok hata yapılıyor. Bunlardan en önemlisi yönetimler tarafinda tüm bilim dallarının dergi etki faktörü gibi tek bir kriterle değerlendirimeye çalışılması. Örneğin, matematikte makalelerin atıf alma süreleri diğer alanlara göre 5 -10 yıl gibi daha uzun zaman alabiliyor. WOS dergi atıf sayılarını, 2 yıllık pencereden yaptığı için, matematikteki dergilerin etki faktörleri düşük. Dünya’da bu konuyu eleştiren çok sayıda makale ve ülkelerin matematik derneklerinin raporları var. Örnegin, 2 yıl yerine 10 yıl üzerinden bakıldığında matematikte birçok derginin sıralaması değişmekte. Örneğin son olarak üniversitemizde yeni ödullendirme sisteminde Sayısal Analiz alanında SIAM Journal of Numerical Analysis ve Numerische Mathematik gibi bu alanın en önemli iki dergisi bulunmamakta. Bu dergilerde makalelerin reddedilme oranı %90’larda olup, bir makele iki veya üç hakem tarafından değerlendirilmektedir. Benzer durumlar başka bilim dallarında da olabilir. Matematik örneğini bildiğim için verdim. Bu konular maalesef universitelerde, ya konuşulmuyor veya yönetimler tarafından bu tür değerlendirmelere itibar edilmiyor. Yayının yapıldığı dergi, yayının aldığı atıf sayısı önemli faktörlerdir. Ancak son yıllarda ülkemizde bu tür sayısal değerlendirmelere, maaelesef bir çok hakemlik süreçleri de dahil olmak üzere gereğinden fazla önem veriliyor. Unutmayalım ki, bir yayının bilime ne kadar katkıda bulunup bulunmadığını, en iyi olarak bu konuda çalışan bilim insanları bilir. Eğer ilgili konuda ülkemizde uzman kişiler yoksa, yurtdışındaki konu uzmanlarının görüşuleri alınabilir. Ancak bu şekilde sağlıklı bir bilim toplumu oluşturabiliriz. Fazla yayın yapma baskısının doğurduğu bir çok olumsuzluk var. Çok kişi makalelerini parçalıyor, birden fazla yayın haline dönüştürüyor, bazen de sahteciliğe başvuruyor. Doçenlik jurilerinde zaman, zaman doğrudan aşırma olmasa da, aynı veya benzer makalelerin çeşitli dergilerde yayınlandığı durumlarlarla karşılaşılıyor. Boyle durumlarda, YOK’un Etik Kurulu’na başvurmanız gerekiyor. Eğer, gerekçelerinizi itiraza gerek kalmayacak bir şekilde ifade etmişseniz sonuç alınabiliyor. Böyle bir durumda bulunan bir öğretim üyesi 3 yıl doçentlik başvurusunda bulunamıyor. Aşırma olayının öğrencilere de sıçraması, kolay yolla fazla yayın yapma olgusunun bir uzantısı. Bu konuda Ayse Karasu’nun dediği gibi önce evimizi süpürmemiz, temizlememiz gerekli. Ancak bunu artık sadece YOK’e, ÜniversiteYönetimleri'nin alacakları kararlara bırakmayalım. Bu tür olaylar mahkemeye gidiyorsa, öğretim üyeleri olarak bizlerin, öğrencilerimize neden bir bilimsel kültürü veremiyoruz ve nerede hata yapıyoruz diye düşünmemiz gerekli. Toplumların yazılı olmayan gelenekleri, değer yargıları vardır. Bunlar bir üniversite için de geçerlidir. Ancak, maalesef ODTU’de dahil olmak üzere bu geleneklerimizi kaybettik. Ayse Karasu’nun bahsettiği gibi bir aşırma olayına girişen kişinin kimsenin yüzüne bakamıyacağını bilmesi ve buna cesaret edememesi gerekirdi. Burada en büyük eksikliğimiz, maalesef bu konuda otorite olusturacak sivil toplum kuruluşlarımızın (burada kastettiğim çeşitli bilim dallarını temsil eden dernekler) veya bilimsel topluluklarımızın olmaması. Son yıllarda herşeyi yönetimlere bıraktık, üzerimize düşen sivil toplum görevlerini yerine getiremiyoruz. Belki bu olay bizleri bu konularda düşünmeye davet eder ve bir daha bu tür çarpıklıklarla karşılaşmayız.

Selamlar, sevgiler

Bülent Karasözen